İlk kez 1957’de, komünist Doğu Almanya rejiminin “halk için otomobil” projesiyle üretilen Trabant, bir otomobilden çok, dönemin zorluklarının bir simgesiydi. Ülkedeki çelik kıtlığı nedeniyle gövdesi, pamuk artıkları ve reçineden yapılan Duroplast adlı özel bir malzemeden üretilmişti.
Berlin duvarının yıkılmasıyla gözden düşmüştü, küllerinden doğdu
İki zamanlı motoru, arkasında bıraktığı yoğun yanık yağ ve benzin bulutuyla, çoğu zaman “görmeden önce kokusunu veya sesini duyduğunuz” bir araç olarak hafızalara kazındı. Doğu Almanlar, bu üç renkten (krem, gök mavisi veya nane yeşili) birine sahip olmak için 15 yıla varan bekleme listelerine adlarını yazdırıyordu.
Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından hızla gözden düşen bu “tekerlekli plastik kutu”, bugün Almanya’da adeta küllerinden doğuyor.

On yıl önce Almanya’da kayıtlı 33.000 Trabant varken, bugün bu sayı yaklaşık 40.000’e yükselmiş durumda.
Peki bu geri dönüşün sırrı ne? Berlin’deki Trabant Müzesi’nde çalışan Thomas Schmidt’e göre cevap, aracın basitliğinde ve dayanıklılığında gizli: “Her şeyi yapabilir, yok edilemez,” diyor. “Ama en güzeli, bozulursa basit teknolojisi sayesinde kendi başınıza tamir edebilmenizdir. Eskiden derlerdi ki: Bir çekiç, bir pense ve biraz teliniz varsa, bir Trabant ile Leningrad’a kadar gidersiniz.”
Trabant’ın bu nostaljik geri dönüşü, Alman polisinin gözünden kaçmıyor. Berlin’de turistik bir Trabant konvoyunu durduran polislerin, her bir aracı tek tek motorundan sileceklerine kadar titiz bir teknik kontrolden geçirdiği görüldü. Tur rehberinin de itiraf ettiği gibi, bu tür denetimler son zamanlarda giderek daha sık yapılıyor.
Sonuç olarak, bir zamanların “utanç kaynağı”, bugünün “kült klasiği” olan Trabant; kusurları, dumanı ve gürültüsüyle, otomobil tarihinin en karakterli ve en “yok edilemez” figürlerinden biri olarak yollardaki varlığını sürdürmeye devam ediyor.